Sayfalar

16.08.2009

Kandinsky ve Kebapçı....


En az başlık kadar acayip bir gün yaşattım kendime. Tatlı bir yorgunluk, özlediğim huzur, tüketerek mutlu olmuş ruhumla yapayalnızım evde...

Abartılı yaşıyorum herşeyi şikayetçiyim de bundan. Sabaha kadar neredeyse her saat başı uyanıp -acaba molada aranır mıyım diye beklemekten zehir ettim saatleri. En son sabahın 7'sinde oğluşun sesini duymamla uyuyayım bari biraz dedim ve başardım.

Öğleden sonra da planladığım gibi Kızılay'a gittim. İlk durağım Dost Kitapevi oldu. Bu kez 1. Dost yani en alt katı çocuklar için ayrılmış olmayanı. En alt katı reprodüksiyon resimlerin yer aldığı Dost. Uzuuuun hatta uzun ötesi bir seçim sürecinden sonra Kandinsky tablosu aldım, (üstteki) çerçevesini beğendim ve 18.30'da almak üzere oradan ayrıldım. Benim açımdan zor oldu seçmek koridorları Monet, kalan boşlukları Goya resimleri ile doldurmuşken bomboş kalan salona vazgeçilmezim Dali resmi seçmişken nasıl oldu da onu almadım hala şaşıyorum. Galiba zeytin dalı niteliğinde oldu biraz Kandinsky seçimi çünkü koca ne Monet, ne Goya ne de Dali seviyor. Hatta en sevmediği Dali. Tam da kendi beğendiğim resimlerle donatmışken evi bari bu farklı olsun dedim ama yine de tarz itibariyle sevdiği bir seçim olmadı. Olsun Dali almadım ya :)
Çalışma odası en azından ortak zevkle seçilmiş eski resimlerimizle dolu. Kızılderili resimleri ve Charli Chaplin. (Ben de sevmesem onları da astırmazdım ya)
Resmin hazır olmasını beklemeliyim ve nereye gittim?? KEBAPÇIYA.... Ohh beee. Vejeteryan bir kocayla yaşayınca önünden geçmeyi bile unuttum nerdeyse. Aslında et rahatsızlığım açısından uzak durmam gereken gıdalardan biri ama canım çekti. Hatta nasıl bir cansa 2-3 kişi gelip yiyecekmiş gibi siparişler verdiğimi doyunca dokunamadığım tabakları farkedince anladım:)) Çok uzun süredir açmışım ben meğer...
Oradan çıkınca da yazın 2.dondurmasını yedim... Dondurmaya özel bir ilgim yoktur ama avare avare dolaşırken kocaman kase içinde rengarenk dondurmalar cezbetti ve hemen oturup yedim. Onca şeyi nasıl yediğime hala şaşıyorum.
Bu defa büyük Dost'a gittim. Amin Maalouf'un evde olmayan ve okumadağım "Çivisi Çıkmış Dünya"sını aldım. Calvino'nun "Görünmez Kentler"ini ve Marquez'in "Aşk ve Öbür Cinler, Yaprak Fırtınası" kitaplarını aldım. Raflarda kitap kapaklarını, arkalarını okudum. İlgimi çeken Romain Gary veya takma adıyla Emile Ajar'ın "Onca Yoksulluk Varken" adlı kitabını okumaya başladım. Ayak üstü 12.sayfaya gelince karar verdim almaya daha doğrusu.
Bu kitap beni ortaokul 1.sınıftaki anılarıma götürdü. Çok uzun saçmaladığımdan yazsam mı bilemiyorum. ilginç bir anıdır bu.
Ortaokul 1.sınıf. Hani okula mahallede gittiğiniz, araçlara binmediğiniz. Babamın olağanüstü çabalarıyla epeyce uzaktaki bir okuldayım, gelir seviyesi olarak bizden farklı insanların bulunduğu bir okul. (3 kişinin epeyce yürüyerek ulaştığı bir okul)
Hepimizin çocuk olduğu belki erkek çocukların erkek olmaya başladığı yıllar. (Erkekler kızlardan önce mi büyüyor yoksa diline mi vuruyor). Ankara bizim oturduğumuz, okula gittiğim yerden ibaret hayatımda. Kendi arasında konuşuyor ve gülüyorlar. Konuşma içerisinde sürekli olarak "Bentderesi" ismi geçiyor. -Bentderesi ne? dedim. Acayip güldüler babama sormamı istediler. Koştura koştura sordum tabi ki akşam. Babamın yanıtı -dolmuş durakları var- olmuştu. Dolmuş durakları varsa sorduğum soruya neden kızdığını bile anlamadan ertesi gün gururla öğrendiğimi aktarmam gerek. -Ben öğrendim bentderesinde dolmuş durakları varmış. Kopan kahkaha vahim... Yanıtlar vahim, -bir durak var ama dolmuşlar değil erkekler duruyo o durakta. Bir daha kimseye sormadım Bentderesi nedir, neresidir diye. Tabi gerçekte genelevlerin bulunduğu semt olduğunu öğrendim. (O konuşmaların hepsini sanki atılan kahkahalarla o kadar canlı hatırlıyorum ki)
Şimdi bu anıyla kitabın bağlantısı ne derseniz kitabın konusu. Bir hayat kadınının oğlunun hayatı. Onlara hep "orospu çocukları" diye hitap ediliyor. Hayat kadınlarının çocuklarına bakan bir kadınla geçen yaşam... Anne merakı, her ay düzenli ödenen bakım paraları ve üzerlerine yapışmış sıfatlar. Kaybetme korkuları özellikle de kahramanın 22.sayfada "kendimi yeryüzünde kimsesiz bulmaktan çok korkuyorum" cümlesi çok etkileyici. Kimsesizliği içerisinde ona bakan kadına yüklediği anlamlar, ondan korkması, korkmasına rağmen kurallarını tanımaması. Uzuuun lafın kısası hoş.
****
Son Notlar : (Kimseler yok ya yanımda içimden geçenler)
** Telefon kayıtlarına baktığımda oğluşu 9 defa aramışım bu normal mi?
** Çöp arabasında çalışan görevliler seslerinin gür olması için ne kullanıyorlar? (zıpladım az önce yerimden mahalleden çöp mü topluyorlar slogan mı atıyorlar anlamadım)
** Aylardır görüşebilmek için fırsat kolladığım arkadaşlarımı aramak neden hiç aklıma gelmedi de tüm gün yalnız takıldım?
** Kebapçıda canım rakı, sigara çekmişken neden içmedim? Bu sıcakta kebapçıya mı gidilir diye neden endişelendim? Tıka basa dolu yiyor vallahi yurdum insanı.
** Duvarlara dübel atmadan resim neden takılamaz ki? (daha 2 ay öncesine kadar hiç asamıyordum üstelik görmemişin kendi evi olmuş heryerine resim asmış)
** Neden yarın iş var ki:(((((

5 yorum:

  1. Sevgili Ebru,
    Çocukları daha büyümüş olduğu için, sorumluluğu hafiflemiş bir anne olarak demeliyim ki; bu başıboş günleri çocuk yetiştiren her anne baba, mutlaka yaşamlı. Eşler birbirine destek olmalı, ya da bir yakının yardımı istenmeli, vs. İnsanın kendini yenileyip şarj olması ve dünyayı daha olumlu gözlerle görmesi için, yarım gün bile yetiyor, hiç bir fırsatı kaçırmadan değerlendirmeli.

    Tablo çok güzel. İyi seyirler.
    :)))

    YanıtlaSil
  2. Herkesin kendine ayirdigi bir bosluk olmali. Bi gun aksam isten eve geldim. Evde kimse yok. Cocuklar anneleriyle bir yere gitmisler. Aman tanrim bu boslugu nasil degerlendirmeliyim diye bir telastir aldi beni... Uzandim kanapeye, actim o aptal kutusunu, karnim acti oysa. Erteledim. Bu zamani bir daha nerden bulurdum ki... Dolastim durdum kanallarda... cok guzel bir iki saatti... :-)

    YanıtlaSil
  3. Çok haklısın Ekmekçikız. Fırsatı kaçırmamak gerekiyor ama ben hala çocuğunu yuvaya bırakmış anne gibi hissediyorum:( Neyse bu da geçer sanırım.

    Eleştirel günlük o boşluğun kalmadığının bile ayrımına varmadan yaşıyormuşum meğer. Hakikaten aklıma yapacak yığınla şey geliyor ard arda bakalım.

    YanıtlaSil
  4. Basit ve siradan gelebilir kulaga ama ben once kendimiz icin yasamaliyiza inaniyorum. Kendimiz icin yasadikca mutlu olabilme sansimiz artiyor. Bu ucaktaki hava basinci dusunce once yetiskinlerin oksijen maskesini giymesini istemeleri gibi birsey bu. Eger sen once cocuga oksijen maskesini giydirirsen kendine maskeyi giyebilecek zamanin kalmayabilir. Ya da cocugun size oksijen maskesini giydirme sansi ortadan kalkabilir. Ama once siz oksijen maskesini giyerseniz sonradan cocuga maskeyi giydirme olasiliginiz daha yuksektir ve ikinizin de guvenligi icin bu daha iyidir.

    YanıtlaSil
  5. Eleştirel Günlük dediğiniz şey çok doğru ama uygulamak zor Yankı Yazgan'ın bir araştırmasında anne ve babanın eşit düzeyde çocuğu için endişelenmesi arasında 6 ay fark olduğu yazıyordu. Acaba anne-baba farkı olabilir mi????

    YanıtlaSil

Siz ne dersiniz?