Ezmîr’in şiirlerini okumalıydınız. Birçoğunu sevgilisine yazardı. “Çok mu güzel? Kınacık deresi gibi duru mu?” diye sorardım. “Bilmem!” yanıtını verir; sonra uzunca bir sessizliğe bürünürdü. Bazı geceler, telefonun diğer ucundaki sesi öylesine merak ederdim ki, onu duyabilmek için ranzanın ikinci katına yapışır kalırdım. Kısık sesle konuşurdu, Ezmîr ve çok sık ağlardı. Ben çaresizliği bir onun turkuaz gözlerinde gördüm; bir de jilet iziyle yıpranmış kol bileklerinde... İki ağabeyimiz vardı. Bana “çöpçü” derlerdi; ailenin en küçük ferdi bendim. Ezmîr, benim bir boy büyüğüm... 15 yaşında. İstanbul’u hiç görmemiş ama o şehrin karpostallarını yastık altında biriktiren... Sevdiğinin İstanbul’da bir yerlerde olduğunu sezerdim. Kendi kendime uzaklığın hesabını yapar; Kilis’e yakın olsaydı sıklıkla görüşüyor olmaları gerekirdi diye düşüncelere dalardım zira Ezmîr, bir-iki Gaziantep’li arkadaşıyla bir araya gelmekten başka hiç kimseyle görüşmezdi. Devamı burada (tık)
Not: Sabah paylaşmak istemiştim vakit bulamadım. Çok etkilendim. Okumanızı önereceğim.
Tüylerim diken diken. etkilenememek elde değil.
YanıtlaSilDizilerde,filmlerde eşcinsel diye dalga geçmeyi,aşağılamayı pek iyi beceriyor senaryo yazanlar bile.Kadınlara,çocuklara ve eşcinsellere bu tür davranışları reva görmek biraz da bu ucuz yolla çok kuruş kazanmak isteyen herifler yüzünden olduğunu düşünürüm bazan.Senaryolarda gülünç hale düşürülürken gerçek hayatta ise öldürülüyorlar.Tıpkı çocuklar,kadınlar gibi.Azgınlar ağızlarından at pislikelerinin tersinden dökülmesi gibi düşüncelerini saçmaya başladı ki iş hamilelere bile çamur sıçratmaya kadar vardı.
YanıtlaSilhay bin kunduz Ebruşum yaaaa....
YanıtlaSilbuz kestim...
YanıtlaSiliyi bayramlar