Mutlaka biliyorsunuzdur Camille Claudel'i. Ben geç öğrenmiş oldum o halde! Aslında etrafında dönüp dolaştığım bir sanatçıya yakınmış. Rodin. Genç kızlık yıllarımda (nedense) çok seviyordum Rodin'i. O zaman internet bu kadar yaygın da değil. Ama Camille ile tanışmam Rodin'e kızmama neden oldu.
Garip tabi benim Rodin'e kızıyor olmamın insanlık alemi açısından nasıl bir sonucu olacaksa. Onca yıl heykel der demez aklıma gelen ilk isim olan bir adam bir kadının hayatını mahfetmiş. (başlıyoruz dedikoduya) Ama tarafsız olamadım -Yapmıştır Rodin- bile dedim. Hatta daha da abartıp erkeklere dair cümleler de kurdum ama şu konuya pek uygun düşmeyecek. Aşağıdaki alıntılarda yer almasa da Camille'nin akıl hastanesinde kaldığı sürede Rodin en parlak dönemini yaşıyor ve onu hiç ziyaret etmiyor. Başka yerlerden de araştırdıkça üzüldüm.
Aslında gülümsüyorum şu dediklerimi yazarken birkaç nedenle?
Aklıma nereden geldi bilmem ama heykelde ünlü bir kadın var mıdır diye düşünüyorken Camille ile tanıştım. (bakınız nasıl bir sahiplenme cemile diyesim bile var)
Her neyse; biraz alıntı ile ondan söz etmek istiyorum; ben böyle kadınları ayrı seviyorum. Bu arada sayfamda yer almış en uzun yazı olacak. Ama Camille'den ve yaşamından etkileneceğinizi biliyorum. Bu arada aklıma bir de Edit Piaf düştü. İkisi birlikte olsun bari.
Akşama ne yiyeceğiz diye düşünmek lazım şimdi de!
Camille Claudel 1864-1943 yılları arasında yaşamış bir Fransız
heykeltıraş. Kuzey Fransa’da doğmuş. Kendinden iki yıl sonra doğan,
ileride bir şair ve diplomat olacak Paul Claudet isimli bir de erkek
kardeşi var. Babası Louis Prosper bir bankacıdır. Annesi Cécile Cerveaux
oldukça varlıklı bir ailenin kızıdır. Camille’in ailesi 1881 yılında
Paris’in Montparnasse Bölgesine yerleşmiş.
Camille’in heykele olan ilgisi çocukluk yıllarında taş ve çamurdan
yaptığı oyunlarla başlamış. Annesi hiçbir zaman sanata olan ilgisini
onaylamamış; babası ise daima maddi ve manevi destekçisi olmuş. Aile
Paris’e geldiğinde Camille, Académie Colarassi’de heykeltıraş Alfred
Boucher ile çalışmış. O dönemin heykel açısından önemli okulu École des
Beaux-Arts… Bugün için biraz şaşırtıcı olabilir ama o dönemde kadınlar
bu okula kabul edilmiyor. İşte; böyle bir zaman diliminde Camille
heykeltraş olmakta ısrarlı. 1882’de bir grup kadınla birlikte bir atölye
kiralıyor. Atölyeyi oluşturan kadınların çoğu İngiliz… Bunlardan birisi
ünlü İngiliz kadın heykeltıraşlardan Jessie Lipscomb. 1886’da Jessie
ile Camille birlikte İngiltere’ye Jessi’nin ailesini ziyarete gitmişler.
İlerleyen yıllarda ise araları bozulmuş. Hatta Camille, bir daha asla
Jessie’yi görmek istemediğini belirtmiş.1883 yılında Camille, ünlü Fransız heykeltıraş Auguste Rodin ile tanışır.
Camille, 1884’ten başlayarak Rodin’in atölyesine dâhil oldu. Üstün
yeteneği ve etkileyici kişiliği onu diğer öğrencilerden farklı kılmış;
bu nedenle Rodin’in ilgisini çekmiş. Birlikte çalışmışlar. Camille,
Rodin için yeni bir esin kaynağı idi. Rodin’in modeli, arkadaşı ve
sevgilisi oldu. Camille ile Rodin tanıştıklarında Rodin’in Rose Beuret
ile yaklaşık 20 yıllık bir birliktelik ilişkisi vardı. Rodin, Camille
ile tutkulu bir aşk yaşamasına rağmen hiçbir zaman Rose Beuret’den
ayrılmadı.
Rodin ve Rose Beuret’nin birlikteliğinin sorunlar yaşıyor olması,
Rodin’i Camille ile yakınlaştırdı. Birlikte gerçekleştirdikleri çok
sayıda çalışma oldu. Birlikte “Cehennemin Kapıları (Le Port de L’Enfer)”
isimli çalışmayı gerçekleştirdiler. Bu eserde Camille’in etkileri
açıkça görülür; ciddi bölümünün Camille tarafından yapıldığı
söylenmektedir. Ama ne yazık ki, pek çok eserde olduğu gibi “Cehennemin
Kapıları” yapıtında da Camille, Rodin’in ününün gölgesinde kaldı.
Rodin’in Camille’ye ait pek çok eseri sahiplendiği rivayet edilmektedir.
Camille Claudel, Rodin ile birlikteliğinden hamile kaldı; fakat
geçirdiği bir kaza sonucu doğmamış bebeğini kaybetti. Bu onun ruhsal
dünyasındaki sıkıntıların başlangıcı oldu. Bu dönemde annesi tarafından
reddedildi ve evden ayrılmaz zorunda kaldı. Biraz aşktan biraz da
mecburiyetten Rodin ile birlikteliği 1898’e kadar sürdü. Rodin’in kaba
tavırları ve Camille’i en büyük rakibi olarak görmeye başlaması, çiftin
birlikteliğinin de sonu oldu. Sonunda Camille, Rodin’i terk etti.
Camille çalışmalarını, ilki 1903 yılında olmak üzere Salon des
Artistes Français ve Salon d’Automne isimli sergi salonlarında izlenmeye
sundu. Sergilerde “Vals (Le Valse)”, “Clotho (Clotho)”, “Olgunluk Çağı
(L’Âge Mûr)”, “Kayıp Tanrı (Le Dieu Envolé)”, “Geveze Kadınlar (Les
Bavardes)” ve Sakuntala (Sakountala)” gibi önemli eserleri yer aldı.
Eleştirilerin bir kısmı heykellerde Rodin etkisinin bulunduğu yönde
oldu. Ama işin doğrusu; heykel sanatı açısından Rodin’in mi Camille’i
yoksa Camille’in mi Rodin’i etkilediği hâlâ bir soru işaretidir.
Camille’in Rodin ile çalıştığı ilk yıllarda Rodin etkisi görülmekle
birlikte sonradan kendi tarzını belirleyerek klasik heykelden ayrılmış
ve Art Nouveau akımına yaklaşmıştır. “Olgunluk Çağı” isimli eser,
Rodin’den ayrılığının acılarını yansıtır; diğer yandan bu yapıt, ona
oniks mermerini ilk kullanan heykeltıraş olma onurunu kazandırır.
1848-1917 yılları arasında yaşamış ve Camille’in çağdaşı olan Fransız
gazeteci, sanat eleştirmeni, yergici, romancı ve oyun yazarı Octave
Mirbeau, Camille’in deha düzeyinde yeteneğe sahip olduğunu
söylemektedir. (Mirbeau, ilişkinin ilk yıllarında Rodin’in Camille ile
ilişkisini kesmesi mesajını iletmesi amacıyla zaman zaman Camille’in
annesi tarafından görevlendirilmiş.) Gerçekten dehası, yaptığı
heykellerde duygu ile malzemeyi birleştirmesinde ortaya çıkar. Heykele
ruh veren yaratıcılığı karşısında Rodin tüm sanatçı kıskançlığına rağmen
“Ona altını nerede bulacağını söyledim. Ama bulduğu altın kendi
içindeydi” demek zorunda kalmıştır.
Çocukluk ile yaratıcılığın, deha ile deliliğin sınırlarını çizmek zor.
Deha ile deliliğin sınırlarını kolaylıkla (belki de farkında olmadan)
ihlal edebilen çok sayıda yaratıcı insan, sanatçı ve buluşçu var.
1905’ten sonra Claudel’in ruh sağlığı bozulmaya başladı. Bu süreçte hiç
kuşkusuz Rodin ile olan ilişkisinin olumsuzluklarının da etkisi oldu.
Bir kriz anında eserlerini parçaladı. Doksana yakın heykel, çizim ve
eskizini yok ettiği söylenir. Giderek daha fazla paranoya işaretleri
göstermeye başladı. Hastalığı şizofreni olarak tespit edildi. Bu dönemde
Rodin’i onun fikirlerini çalmakla suçladı. Kendisini öldürmeye
çalıştığını iddia etti. Kendisine sürekli olarak destek veren erkek
kardeşinin 1906’da evlenmesi ve Çin’e gitmesi üzerine kendisini
atölyesine kapattı, inzivaya çekildi.
Babası, kadınların sanat okullarına kabul edilmediği bir çağda onun
heykel sanatı ile ilgilenmesini onaylamış; ona maddi destek olmuştu.
1913 yılında babasının ölümünü Camille bildirmediler. Aynı yıl Camille,
bir ruh hastalıkları hastanesine yatırıldı. Camille’in bilgisine sunulan
yatış formunda kendi isteğiyle yazmasına rağmen gerçek belgede doktorun
ve kardeşinin imzaları vardı. Hastanede heykel yapmasına izin
vermediler. Camille’in sağlığı konusunda hastanede yapılan gözlemler
heykel ile uğraştığında normal bir insan gibi davrandığını gösteriyordu.
Doktorlar Camille’in dışarıda olmasını ve heykel yapmasını önermelerine
rağmen ailesi (özellikle annesi) bunu kabul etmedi ve Camille ruh
hastalıkları hastanesinde tutulmaya devam edildi.
Camille’in hikâyesi bu kısa özetten ibaret değil. İlginç detaylar
var. Ama ayrıntıları araştırmayı ve öğrenmeyi size bırakarak birkaç
küçük notla bitireceğim. Hastanenin doktoru Dr. Brunet 1920’de annesine
bir mektup yazarak Camille’in ailesini görmeye ihtiyacı olduğunu
bildirdi fakat herhangi bir cevap alamadı. Erkek kardeşi Paul Claudel
ise birkaç yılda bir (rivayete göre beş yılda bir) ziyaretine geliyordu.
Camille, erkek kardeşi Paul Claudel’e yazdığı bir mektupta çaresizlik
içinde şöyle haykırmıştı: ”Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere
sahip olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının
sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi… Mahsus kaçırdılar beni, onlara
tıkıldığım yerde fikir vereyim diye; yaratıcılıklarının ne kadar
sınırlı olduğunu biliyorlar çünkü. Kurtların kemirdiği bir lahana
gibiyim şimdi, yeni filizlenen her yaprağımı büyük bir oburlukla mideye
indiriyorlar.
Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca
ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak
ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar. Bütün bunlar Rodin
şeytanının başının altından çıkıyor. Kafasında bir tek düşünce vardı
zaten; kendisi öldükten sonra benim sanatçı olarak atılım yapıp onu
aşmam… Bunu engellemek için de yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da
ben hep mutsuz kalmalıydım. Her bakımdan başarıya ulaştı işte!
Bu esaretten çok sıkılıyorum… Eve hiç dönemeyecek miyim, Paul?”
Camille 1943 yılında tam 30 yıl yaşamak zorunda bırakıldığı hastanede
“Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım?” düşüncesiyle öldü. Sanırım; ona
layık görülen yaşam, deha sahibi yaratıcı ve farklı bir kadın olmanın
cezasıydı.
Yazıklar olsun annesine, Rodin'e ve kardeşine. Hayat hiç gülmemiş Camille'e. Rodin'e saydırmakta haklıymışsın. Ama ben en çok annesine kızdım.
YanıtlaSilAh evet be canım annesine de kızdım aslında.
YanıtlaSilHayatını hiç bilmiyordum.Kimi zaman yanlış zamanda yanlış kişilerle tanışmıştı,derler.Oysa ki burda yanlış kişinin ailesi olması nekadar acı.Yüreğime bir damla gözyaşıyla sakladım Camille'yı.
YanıtlaSilTeşekkürler,Nehirİda,sevgiyle kal...
çok acı bir yaşam öyküsü..hiç bilmediğim bir sanatçıydı..
YanıtlaSilRodin.. insan büyük bir sanatçı olabilir ama kötü merhametsiz olması mümkün olabiliyor işte.. burda görüldüğü gibi.
böyle bir hayat... yazık
YanıtlaSilebruşum ortalarda yoksun hep gel can
Silşanssızlığı "kadın" sanatçı olmaktı. o dönemler pek hoşa giden bir şey değil, bu anlamda da çok sıkıntılar çekmiş camille. annesinin baskısı da biraz bundan. zengin bir aileden gelme anne, "normal" bir kız olmasını bekledi hep ondan. çay partilerine katılsın, evlensin, çocuk doğursun, soylu bir hayatı olsun... çünkü bu işler erkek işiydi, bir hanımefendiye göre değil. camille'in seçtiği ne iş, ne de erkek (rodin) bu kıstaslara uygundu :)
YanıtlaSilpeki ne değişti? anneler hala aynı (genelleme yapıyorum). sanat ortamı hala aynı... kadın sanatçı olmak? değişti gibi görünüyor değil mi? peki ne kadar?
hayat enteresan. babası yaşasaydı muhtemelen bambaşka bir hayatı olacaktı. en azından bir akıl hastanesinde onca sene bir başına kalmayacaktı...
Sırrakalemciğim değişmedi değişmeyecek de galiba:(
SilDuymuştum "Cemile"nin hikayesini...Çok üzücü, ne zamanda ve hangi millette yaşanmış olursa olsun...adaletsizlikler insanın kızgınlığını böyle işte...filmi filan vardı galiba?
YanıtlaSilEvet Nardacığım bulup izlemeli.
Silsanatçıların çoğu bencil, çok egoist olur.
YanıtlaSilgittiğim bir sanat evinden çok iyi biliyorum:)
bencillik insana yakışmıyor. aslında galiba insandan başkasına da:(
Silebru,
YanıtlaSilçok önceden camille hakkında yazılan bir kitabı okuyup çok etkilenmiştim. şimdi çok bir şey hatırlamasam da rodin'e kızgınlık baki:)sırrakalem'in dediği gibi şanssızlığı kadın olmak...
yazını okuyunca birden o kitabı okuduğum dönemler filan geldi aklıma. "kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim..." bu sözü zihnime çakılmış, bunu hatırlıyorum.
teşekkürler bu güzel yazı için. fotoğrafçılık kursu maceralarını da merakla bekliyoruz. onu da sıkıştırayım bu araya:)
çok sevgiler.
Aslında hem kitabı hem filmi merak ettim ama be meraka yetecek zaman da bulsam harika olacak Alkımcığım:)
Silkadınsan bir de üszerine üstlük sıradışıysan
YanıtlaSilyandın ki ne yandın..
camille gibi
Jeanne d'Arc gibi
daha yüzlercesi gibi
:)) kim gibi acaba başka başkaa
Silfilmini izledin mi.
YanıtlaSilisabelle adjani.
iyi film.
:)