Sayfalar

12.10.2012

“Bütün istediğim heykel yapmak, sonsuza dek…”


Mutlaka biliyorsunuzdur Camille Claudel'i. Ben geç öğrenmiş oldum o halde! Aslında etrafında dönüp dolaştığım bir sanatçıya yakınmış. Rodin. Genç kızlık yıllarımda (nedense) çok seviyordum Rodin'i. O zaman internet bu kadar yaygın da değil. Ama Camille ile tanışmam Rodin'e kızmama neden oldu.
Garip tabi benim Rodin'e kızıyor olmamın insanlık alemi açısından nasıl bir sonucu olacaksa. Onca yıl heykel der demez aklıma gelen ilk isim olan bir adam bir kadının hayatını mahfetmiş. (başlıyoruz dedikoduya) Ama tarafsız olamadım -Yapmıştır Rodin- bile dedim. Hatta daha da abartıp erkeklere dair cümleler de kurdum ama şu konuya pek uygun düşmeyecek. Aşağıdaki alıntılarda yer almasa da Camille'nin akıl hastanesinde kaldığı sürede Rodin en parlak dönemini yaşıyor ve onu hiç ziyaret etmiyor. Başka yerlerden de araştırdıkça üzüldüm.
Aslında gülümsüyorum şu dediklerimi yazarken birkaç nedenle?
Aklıma nereden geldi bilmem ama heykelde ünlü bir kadın var mıdır diye düşünüyorken Camille ile tanıştım. (bakınız nasıl bir sahiplenme cemile diyesim bile var) 
Her neyse; biraz alıntı ile ondan söz etmek istiyorum; ben böyle kadınları ayrı seviyorum. Bu arada sayfamda yer almış en uzun yazı olacak. Ama Camille'den ve yaşamından etkileneceğinizi biliyorum. Bu arada aklıma bir de Edit Piaf düştü. İkisi birlikte olsun bari.
Akşama ne yiyeceğiz diye düşünmek lazım şimdi de!

Camille Claudel 1864-1943 yılları arasında yaşamış bir Fransız heykeltıraş. Kuzey Fransa’da doğmuş. Kendinden iki yıl sonra doğan, ileride bir şair ve diplomat olacak Paul Claudet isimli bir de erkek kardeşi var. Babası Louis Prosper bir bankacıdır. Annesi Cécile Cerveaux oldukça varlıklı bir ailenin kızıdır. Camille’in ailesi 1881 yılında Paris’in Montparnasse Bölgesine yerleşmiş.
Camille’in heykele olan ilgisi çocukluk yıllarında taş ve çamurdan yaptığı oyunlarla başlamış. Annesi hiçbir zaman sanata olan ilgisini onaylamamış; babası ise daima maddi ve manevi destekçisi olmuş. Aile Paris’e geldiğinde Camille, Académie Colarassi’de heykeltıraş Alfred Boucher ile çalışmış. O dönemin heykel açısından önemli okulu École des Beaux-Arts… Bugün için biraz şaşırtıcı olabilir ama o dönemde kadınlar bu okula kabul edilmiyor. İşte; böyle bir zaman diliminde Camille heykeltraş olmakta ısrarlı. 1882’de bir grup kadınla birlikte bir atölye kiralıyor. Atölyeyi oluşturan kadınların çoğu İngiliz… Bunlardan birisi ünlü İngiliz kadın heykeltıraşlardan Jessie Lipscomb. 1886’da Jessie ile Camille birlikte İngiltere’ye Jessi’nin ailesini ziyarete gitmişler. İlerleyen yıllarda ise araları bozulmuş. Hatta Camille, bir daha asla Jessie’yi görmek istemediğini belirtmiş.1883 yılında Camille, ünlü Fransız heykeltıraş Auguste Rodin ile tanışır.
Camille, 1884’ten başlayarak Rodin’in atölyesine dâhil oldu. Üstün yeteneği ve etkileyici kişiliği onu diğer öğrencilerden farklı kılmış; bu nedenle Rodin’in ilgisini çekmiş. Birlikte çalışmışlar. Camille, Rodin için yeni bir esin kaynağı idi. Rodin’in modeli, arkadaşı ve sevgilisi oldu. Camille ile Rodin tanıştıklarında Rodin’in Rose Beuret ile yaklaşık 20 yıllık bir birliktelik ilişkisi vardı. Rodin, Camille ile tutkulu bir aşk yaşamasına rağmen hiçbir zaman Rose Beuret’den ayrılmadı.
Rodin ve Rose Beuret’nin birlikteliğinin sorunlar yaşıyor olması, Rodin’i Camille ile yakınlaştırdı. Birlikte gerçekleştirdikleri çok sayıda çalışma oldu. Birlikte “Cehennemin Kapıları (Le Port de L’Enfer)” isimli çalışmayı gerçekleştirdiler. Bu eserde Camille’in etkileri açıkça görülür; ciddi bölümünün Camille tarafından yapıldığı söylenmektedir. Ama ne yazık ki, pek çok eserde olduğu gibi “Cehennemin Kapıları” yapıtında da Camille, Rodin’in ününün gölgesinde kaldı. Rodin’in Camille’ye ait pek çok eseri sahiplendiği rivayet edilmektedir.

Camille Claudel, Rodin ile birlikteliğinden hamile kaldı; fakat geçirdiği bir kaza sonucu doğmamış bebeğini kaybetti. Bu onun ruhsal dünyasındaki sıkıntıların başlangıcı oldu. Bu dönemde annesi tarafından reddedildi ve evden ayrılmaz zorunda kaldı. Biraz aşktan biraz da mecburiyetten Rodin ile birlikteliği 1898’e kadar sürdü. Rodin’in kaba tavırları ve Camille’i en büyük rakibi olarak görmeye başlaması, çiftin birlikteliğinin de sonu oldu. Sonunda Camille, Rodin’i terk etti.
Camille çalışmalarını, ilki 1903 yılında olmak üzere Salon des Artistes Français ve Salon d’Automne isimli sergi salonlarında izlenmeye sundu. Sergilerde “Vals (Le Valse)”, “Clotho (Clotho)”, “Olgunluk Çağı (L’Âge Mûr)”, “Kayıp Tanrı (Le Dieu Envolé)”, “Geveze Kadınlar (Les Bavardes)” ve Sakuntala (Sakountala)” gibi önemli eserleri yer aldı. Eleştirilerin bir kısmı heykellerde Rodin etkisinin bulunduğu yönde oldu. Ama işin doğrusu; heykel sanatı açısından Rodin’in mi Camille’i yoksa Camille’in mi Rodin’i etkilediği hâlâ bir soru işaretidir. Camille’in Rodin ile çalıştığı ilk yıllarda Rodin etkisi görülmekle birlikte sonradan kendi tarzını belirleyerek klasik heykelden ayrılmış ve Art Nouveau akımına yaklaşmıştır. “Olgunluk Çağı” isimli eser, Rodin’den ayrılığının acılarını yansıtır; diğer yandan bu yapıt, ona oniks mermerini ilk kullanan heykeltıraş olma onurunu kazandırır.
1848-1917 yılları arasında yaşamış ve Camille’in çağdaşı olan Fransız gazeteci, sanat eleştirmeni, yergici, romancı ve oyun yazarı Octave Mirbeau, Camille’in deha düzeyinde yeteneğe sahip olduğunu söylemektedir. (Mirbeau, ilişkinin ilk yıllarında Rodin’in Camille ile ilişkisini kesmesi mesajını iletmesi amacıyla zaman zaman Camille’in annesi tarafından görevlendirilmiş.) Gerçekten dehası, yaptığı heykellerde duygu ile malzemeyi birleştirmesinde ortaya çıkar. Heykele ruh veren yaratıcılığı karşısında Rodin tüm sanatçı kıskançlığına rağmen “Ona altını nerede bulacağını söyledim. Ama bulduğu altın kendi içindeydi” demek zorunda kalmıştır.
Çocukluk ile yaratıcılığın, deha ile deliliğin sınırlarını çizmek zor. Deha ile deliliğin sınırlarını kolaylıkla (belki de farkında olmadan) ihlal edebilen çok sayıda yaratıcı insan, sanatçı ve buluşçu var. 1905’ten sonra Claudel’in ruh sağlığı bozulmaya başladı. Bu süreçte hiç kuşkusuz Rodin ile olan ilişkisinin olumsuzluklarının da etkisi oldu. Bir kriz anında eserlerini parçaladı. Doksana yakın heykel, çizim ve eskizini yok ettiği söylenir. Giderek daha fazla paranoya işaretleri göstermeye başladı. Hastalığı şizofreni olarak tespit edildi. Bu dönemde Rodin’i onun fikirlerini çalmakla suçladı. Kendisini öldürmeye çalıştığını iddia etti. Kendisine sürekli olarak destek veren erkek kardeşinin 1906’da evlenmesi ve Çin’e gitmesi üzerine kendisini atölyesine kapattı, inzivaya çekildi.
Babası, kadınların sanat okullarına kabul edilmediği bir çağda onun heykel sanatı ile ilgilenmesini onaylamış; ona maddi destek olmuştu. 1913 yılında babasının ölümünü Camille bildirmediler. Aynı yıl Camille, bir ruh hastalıkları hastanesine yatırıldı. Camille’in bilgisine sunulan yatış formunda kendi isteğiyle yazmasına rağmen gerçek belgede doktorun ve kardeşinin imzaları vardı. Hastanede heykel yapmasına izin vermediler. Camille’in sağlığı konusunda hastanede yapılan gözlemler heykel ile uğraştığında normal bir insan gibi davrandığını gösteriyordu. Doktorlar Camille’in dışarıda olmasını ve heykel yapmasını önermelerine rağmen ailesi (özellikle annesi) bunu kabul etmedi ve Camille ruh hastalıkları hastanesinde tutulmaya devam edildi.
Camille’in hikâyesi bu kısa özetten ibaret değil. İlginç detaylar var. Ama ayrıntıları araştırmayı ve öğrenmeyi size bırakarak birkaç küçük notla bitireceğim. Hastanenin doktoru Dr. Brunet 1920’de annesine bir mektup yazarak Camille’in ailesini görmeye ihtiyacı olduğunu bildirdi fakat herhangi bir cevap alamadı. Erkek kardeşi Paul Claudel ise birkaç yılda bir (rivayete göre beş yılda bir) ziyaretine geliyordu.
Camille, erkek kardeşi Paul Claudel’e yazdığı bir mektupta çaresizlik içinde şöyle haykırmıştı: ”Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere sahip olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi… Mahsus kaçırdılar beni, onlara tıkıldığım yerde fikir vereyim diye; yaratıcılıklarının ne kadar sınırlı olduğunu biliyorlar çünkü. Kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim şimdi, yeni filizlenen her yaprağımı büyük bir oburlukla mideye indiriyorlar.
Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar. Bütün bunlar Rodin şeytanının başının altından çıkıyor. Kafasında bir tek düşünce vardı zaten; kendisi öldükten sonra benim sanatçı olarak atılım yapıp onu aşmam… Bunu engellemek için de yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da ben hep mutsuz kalmalıydım. Her bakımdan başarıya ulaştı işte!
Bu esaretten çok sıkılıyorum… Eve hiç dönemeyecek miyim, Paul?”
 Camille 1943 yılında tam 30 yıl yaşamak zorunda bırakıldığı hastanede “Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım?” düşüncesiyle öldü. Sanırım; ona layık görülen yaşam, deha sahibi yaratıcı ve farklı bir kadın olmanın cezasıydı.

İtalik Bölümler buradan

Diğer şarkı burada


17 yorum:

  1. Yazıklar olsun annesine, Rodin'e ve kardeşine. Hayat hiç gülmemiş Camille'e. Rodin'e saydırmakta haklıymışsın. Ama ben en çok annesine kızdım.

    YanıtlaSil
  2. Ah evet be canım annesine de kızdım aslında.

    YanıtlaSil
  3. Hayatını hiç bilmiyordum.Kimi zaman yanlış zamanda yanlış kişilerle tanışmıştı,derler.Oysa ki burda yanlış kişinin ailesi olması nekadar acı.Yüreğime bir damla gözyaşıyla sakladım Camille'yı.
    Teşekkürler,Nehirİda,sevgiyle kal...

    YanıtlaSil
  4. çok acı bir yaşam öyküsü..hiç bilmediğim bir sanatçıydı..
    Rodin.. insan büyük bir sanatçı olabilir ama kötü merhametsiz olması mümkün olabiliyor işte.. burda görüldüğü gibi.

    YanıtlaSil
  5. şanssızlığı "kadın" sanatçı olmaktı. o dönemler pek hoşa giden bir şey değil, bu anlamda da çok sıkıntılar çekmiş camille. annesinin baskısı da biraz bundan. zengin bir aileden gelme anne, "normal" bir kız olmasını bekledi hep ondan. çay partilerine katılsın, evlensin, çocuk doğursun, soylu bir hayatı olsun... çünkü bu işler erkek işiydi, bir hanımefendiye göre değil. camille'in seçtiği ne iş, ne de erkek (rodin) bu kıstaslara uygundu :)

    peki ne değişti? anneler hala aynı (genelleme yapıyorum). sanat ortamı hala aynı... kadın sanatçı olmak? değişti gibi görünüyor değil mi? peki ne kadar?

    hayat enteresan. babası yaşasaydı muhtemelen bambaşka bir hayatı olacaktı. en azından bir akıl hastanesinde onca sene bir başına kalmayacaktı...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sırrakalemciğim değişmedi değişmeyecek de galiba:(

      Sil
  6. Duymuştum "Cemile"nin hikayesini...Çok üzücü, ne zamanda ve hangi millette yaşanmış olursa olsun...adaletsizlikler insanın kızgınlığını böyle işte...filmi filan vardı galiba?

    YanıtlaSil
  7. sanatçıların çoğu bencil, çok egoist olur.
    gittiğim bir sanat evinden çok iyi biliyorum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bencillik insana yakışmıyor. aslında galiba insandan başkasına da:(

      Sil
  8. ebru,
    çok önceden camille hakkında yazılan bir kitabı okuyup çok etkilenmiştim. şimdi çok bir şey hatırlamasam da rodin'e kızgınlık baki:)sırrakalem'in dediği gibi şanssızlığı kadın olmak...

    yazını okuyunca birden o kitabı okuduğum dönemler filan geldi aklıma. "kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim..." bu sözü zihnime çakılmış, bunu hatırlıyorum.

    teşekkürler bu güzel yazı için. fotoğrafçılık kursu maceralarını da merakla bekliyoruz. onu da sıkıştırayım bu araya:)

    çok sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında hem kitabı hem filmi merak ettim ama be meraka yetecek zaman da bulsam harika olacak Alkımcığım:)

      Sil
  9. kadınsan bir de üszerine üstlük sıradışıysan
    yandın ki ne yandın..
    camille gibi
    Jeanne d'Arc gibi
    daha yüzlercesi gibi

    YanıtlaSil
  10. filmini izledin mi.
    isabelle adjani.
    iyi film.
    :)

    YanıtlaSil

Siz ne dersiniz?