Mevsim geçişlerinden fazlasıyla etkileniyorsanız (benim gibi) uygun zaman olmayabilir. Ama kesinlikle okunmalı diyeceğim.
Yine çok geç kalmışım dediğim bir kitaptı. O kadar çok var ki aklımda, listede ve sırada okunmayı bekleyen kitap. Ahh çalışmak zorunda kalmasam dediğim oluyor. Mesela Virginia Woolf kitapları hala bekliyor. Hakan Günday'ın bir kitabı kalmıştı o bekliyor. H.ali Toptaş tüm kitaplarını okumak istiyorum o var. Tavsiyesine güvendiğim arkadaşlardan not alıp gidip gelip sipariş ediyorum onlar var. Yatak odası komodini öncelikli okunacaklarla oluşan bir tepecik halini aldı. Yetişmeye çalışmak nafile sanırım elimden geldiğince uğraşıyorum. Bulduğum, yaratabildiğim boş zamanları okumaya ayırmak için. Anne, çalışan kadın, eş ve bir de köpüş sahibi olmak pek yorucu :)
Hemen bir Zeytin fotosu yerleştireyim dedim :)
'Belki de gerçekten evlenip çocuk doğurduktan sonra insanın beyni yıkanmış gibi oluyor ve ondan sonra totaliter bir devletin kölesi gibi duyguları körelerek yaşayıp gidiyordu'
Tam da bu noktada yüksek sesle hak verdiğim bu cümleyi aktarmam gerekti. Kitapta o kadar çok altını çizdiğim yer var ki. Böyle çokca altı çizilen kitaplarda aynı fikirde olduğum biriyle oturmuş dertleşiyormuşum hissine bayılıyorum. Her kapatışım masadan kalkmışım rahatsızlığına neden oluyor.
'Bir insan topluluğuyla
konuşmaktan nefret ederim. Bir toplulukla konuşurken her zaman içlerinden bir
tanesini seçip sözlerimi ona yöneltirim ve konuştuğum sürece ötekilerin de
gizliden gizliye bana bakıp hakları olmadan dinledikleri duygusuna kapılırım. Nefret
ettiğim bir şey daha varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi
bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup, "iyiyim" demenizi
beklemeleridir.'
'Sessizlik bunaltıyor beni.
Sessizliğin sessizliği değil bu. Benim kendi sessizliğimdi.'
'Bir gün bir yerde, Okulda,
Avrupa'da, herhangi bir yerde, o boğucu çarpıtmalarıyla sırça fanusun yeniden
üzerime inmeyeceğini nasıl bilebilirdim? O sırça fanus ki, içinde ölü bir
kelebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür.'
'Bir erkeğin evlenmeden önce bir
kadına verdiği tüm güllere, öpücüklere ve akşam yemeklerine karşın, gizliden
gizliye istediği tek şey, evlilik işlemleri biter bitmez kadının mutfak paspası
gibi ayaklarının altına serilmesiydi.'
'Her şeyi görürsem dehşetten ölürüm diye tam açmaya cesaret edemediğim gözlerimin aralığından beyaz, gergin çarşaflı yüksek karyolayı, karyolanın arkasındaki makineyi, makinenin arkasındaki, kadın mı erkek mi olduğunu kestiremediğim maskeli kişiyi ve yatağın her iki yanında duran öteki maskeli insanları gördüm'
' Bütün o ateş ve korkudan arınmıştım. Şaşılacak kadar sakindim. Sırça fanus başımdan bir metre kadar yukarıda asılı duruyordu. Artık hava alabiliyordum'
'Bir erkeğin egemenliği altında olmanın düşüncesinden bile nefret ediyorum'
'Neden ben böyle annelik duygusundan yoksun ve uzaktım?
Kitap bitti ve kapağı kapatırken şöyle dedim ; 'Offf Esther hayat cidden çok zor.'
Sırça Fanus her daim listemde olup da okumaya fırsat bulamadığım kitaplardan biri. Nilgün Marmara'nın yazar hakkında kaleme aldığı bir kitap da mevcuttu. Kulağa ürkütücü gelecek ama intihar eden yazarlara karşı bir takıntım var. Mesela Virginia Woolf en sevdiğim yazarların başında geliyor. Dalgalar kitabının her cümlesi beynimde tokat gibi patlamıştı zamanında. Nilgün Marmara, Anne Sexton,.. ve daha nicesi. Cesaret edemediğim bir eylemi gerçekleştirdikleri için kıskanıyor muyum onları içten içe bilemiyorum. En kısa zamanda okuyacağım :)
YanıtlaSilZeytin :))
Yok yok hiç ürkütücü gelmiyor. 19 yaşındayken aynı şeye cesaret edip tıpkı Esther gibi son anda yırtmış biri olarak :) Her daim pusuda bir düşüncedir benim için de ama dibe vurmuşken değil tam tersi çıkmışken olmalı diye diye yaşadım. Şimdi gülümseyerek bahsetmek de ayrıca komik. Dediğin gibi (sen diyorum kusura bakmaz isen ) intihara meyilli denemiş şairler yazarlar ressamlar hep gözdem olmuştu. 19 yaşında çılgınca Mayakovski okudum ve denedim.Şimdi savdım mı yok! Şimdi çocuk başka türlü baktırıyor hayata o kadar.
SilMayakovski ! :O İlk defa üniversitedeki bir ders için şiirlerini okumuştum ve gerçekten tutup sarsmıştı beni. Ayrıca Paul Celan da okumuştuk o derste. Tam bir "intihar edenler derneği" :) Neyse ki ikisi sadece beni sarsmakla kaldı. Düşünceyi eyleme dökmeye yönelik en büyük dürtüyü ise Camus'nun "Mutlu Ölüm"ü oluşturmuştu. Kitabı bitirdiğimde aklımdan geçen tek şey o oldu ve "işte bu" dedim. Az daha gidiyorduk topun ağzına :) O yüzden "Mutlu Ölüm"e bir daha hiç dönmedim. Cesaret edemiyorum. Ama en sevdiğim Camus eseridir hala. Korksam da..
SilÇocuk sahibi olmadığım için bir şey deme hakkını görmüyorum kendimde ama çevremden gözlemlediğim kadarıyla çocuklar insanları hayata bağlıyor. Adeta bir hayat sahibi daha oluyor insan. Bilmiyorum doğru mudur tespitim :)
'Öyleyse bize en kolay geldiği biçimde yaşamak gerekir.' Çok severim tam da burayı Mutlu Ölüm de. Kolaylaştırmak mı demeli yoksa tattığımız şeyi şöyle bir ağızda gezdire gezdire her zerresini hissetmek mi bilmiyorum ama işte o nokta çocuk. Çok haklısın yeni bir hayat sahibi oluyor insan. Bazen bakıp ' ama onun suçu yok ki' çaresiziliğine düşşe bile.
Sil"Plath’ın şairliği, belki biraz barok ama kırılgan… Acı gerçeğe her zaman açık ve ona karşı savunmasızdır. O, çoktan kabul etmişlik ve razı gelmişlik, onun şiirinin gizdökümcü ve itirafçı olduğunun ispatıdır. Plath, hayatını ve edebi tarzını hep aynı çizgi üzerinde yaşadığı için, hayatını yazdıklarında aktarmıştır okura… Belki de, bu tavrı onun kurtarılmak için attığı sessiz bir çığlıktı… Kim bilir? Tıpkı, kendi yaşamını anlattığı “Sırça Fanus” adlı romanı gibi…
YanıtlaSilPlath’ın acıları her ne kadar ‘ben‘ merkezci görünse de, şairliği bağlamında ıstırapları evrenseldi. Yerel bir kadın olmanın yanında şair olarak da evrensel olmanın belleğindeki ağırlığı onu düşsel ve edebi bir hastalığın çaresizliğine itmişti. Bu ıstırap ona yeni bir ‘ben‘ olmayı şart koşuyordu. Yaşamın ve yazının muhasebesini yapmaktan yoruluyordu artık. Her şiirinde aklın karasına vuran ölüm teması oluyordu. Şiirlerindeki ‘kendini sorgulama’ hayatındaki sorunların, soru ve cevapların uyumla toplanmış bir halidir. Plath’ın, yaşıyor ve yazıyor olması onu kendi olmaya zorlamıştı ve o,kendi olunca yalnız oluyordu... Dayanamıyordu, algının değişkenliğine… Kimyası değişiyordu… Kendiliği çözülüyordu... Yerel ve evrensel olma kaygısı büyüyordu... Yazarken yaşayamıyor, yaşarken yazamıyordu… Düzyazıda kendini şiirdeki gibi ifade edemeyişi ve giderek artan, onu ağır travmalara iten hayatı, geçmişi de durmadan onu kendine çekiyordu… Onu ölümüne çeliyordu...
Plath, çektiği acıyı okura kendi psikolojik halini yansıtarak anlatır. Kendini yazması ‘ben‘ merkezde çaresizliğini öyle büyütür ki, okuru ve diğer insanları onun acılarını sezemeyecek kadar duyarsız ve şiddete meyilli görür... Nitekim öyledir de… “Sırça Fanus” için yapılan eleştiriler Plath’ı çok üzmüştür. Şair olmak belki zor, yaşadıkça kırılmak ve kirlenmek şart olunca… Ve dayanamamak buna… Çok zor!"
Biliyormusunuz şimşek gibi çakan bir gecikmeyi hatırladım bu yorumla. Blogunuzdaki bu yazı Sırça Fanus'u listeme aldırmıştı :) Can çıkmayınca huy çıkmıyor intihar ettiği için merak ettiğim yaşamlar, eserler ilk gözüme çarpanlar oluyor. Ne güzel oldu yorum bırakmanız dönüp bir daha okudum. Teşekkür ederim.
Sil